
Gel Bi Çay İçelim - 1. Bölüm
Soluk soluğa girdiğim bu sokağın yabancısıydım. Neredeydim tam olarak kestiremiyordum. Çok tenha bir yerdi burası. Yıllardır bu şehirdeyim bu sokaktan habersiz olmak da ayrı bir tuhafıma gitmişti.
Can havliyle kaçarken insan bazen farkına varamadığı şeylerin de farkına varıyor. Her şey gözünün önünden geçiyor bazen, kimi zaman da böyle daha önce farkında olmadığı yerleri keşfedebiliyor. İyi de burası gerçekten neresi, kayboldum mu acaba, boyut mu değiştirdim kaçarken. Neler olduğunun da farkında değildim aslında, ben niye kaçtım, olaylarla hiçbir ilgim yoktu halbuki. Herkes bir yerlere kaçışıyordu ben de koşarken buldum kendimi. Hafızamı kaybetmiş gibiydim, çıkmaz bir sokaktı sanırım burası. Acaba Arafta mıydım?
Dışarıdan çok yıkıntı bir ev vardı tam karşımda, camı çerçevesi inmiş, kapısı menteşelerinden kurtulmuş, ama özgürlüğüne tam kavuşamamış, işkencecilerin elinde, ellerinden kelepçelenmiş ama işkenceden hali kalmamış bir tutsak gibi duruyordu, ha yıkıldı ha yıkılacak, ama direniyordu yere düşmemek için, bilinci yerinde olmayan bir ser verip sır vermeyen yiğit gibi. Kafamda bu düşünceler dolanırken, ayaklarımın beynimden habersiz hareket ettiklerini fark ettim, eve doğru ilerliyordum. Sanki bir şey beni o eve doğru çekiyordu, gel diyordu da o sese doğru gidiyordum, korkuyla karışık bir merak, merakla beraber bir tedirginlik sarmıştı tüm vücudumu. Neredeydim, neden buradaydım, kimden ve ne için kaçıyordum. Bir türlü hatırlayamıyordum. O kargaşanın içinden kurtuluşun kaçmak olduğuna kanaat getirmiş olacağımdandır ki kaçmıştım, iyi de şimdi bu eve girmek fikri ne kadar doğruydu. İçeride beni çeken ne olabilirdi ki? En iyi ihtimal evsiz yurtsuz sokak çocukları vardı içeride, bir ateş yakmışlardı etrafında toplanmışlardı, kimi tiner çekiyordu kimi şarap içiyordu, kimi cigaralık yapmış onunla dumanlıyordu kafasını. Bundan başka hangi manzara bekliyor olabilirdi ki beni. Bir an duraksadım, başımı geriye çevirdim kimse gelmiyordu. İzimi kaybettirdim herhalde diye düşündüm, gerçi beni ben olduğum için kovaladıklarını da hiç zannetmiyorum. Sadece o kargaşayı dağıtmak için bir kovalamaca vardı orada ve rastgele herkese dur ihtarı yapılıyordu olan biten buydu. Benim o olaylarla bir alakam yoktu ki. Duraksadığım yerde başımı yine eve doğru çevirdim, menteşelerden kendisini bir türlü kurtaramayan kapı hafif esen rüzgarın da etkisiyle gıcırdıyordu ve bu gıcırdayış bu yıkılmaya yüzünü dönmüş terk edilmiş evi daha gizemli ve korkunç hale getiriyordu. Yine ayaklarımın beynime hükmettiğini hissettim. Aklımda başka düşünceler varken, ayaklarım inatla beni bu evin içine sokmaya çalışmasını bir türlü anlayamıyordum. Ağır adımlarla evin önündeki ve evin en sağlam yeri olarak görünen merdivenlere kadar geldim, ilk basamaktan çıkmak üzere sağ ayağımı kaldırdım ve yine tam bu esnada başımı geriye doğru çevirdim, hiçbir şey yoktu ve ortalık kararmaya başlamıştı iyiden iyiye. Ne işim vardı benim burada, belamı mı arıyordum ne yapıyordum. Dertsiz başımı derde sokacağım düşüncesi bir ara aklımı karıştırdı. Başımı çevirdim ve merdivenleri teker teker adımladığımı fark ettim yine. Ağır adımlarla en son basamağa kadar gelmiştim. Kapı hafif esen rüzgarın etkisiyle hareket etmişti yine, işkencedeki baygın ve kendisine gelmeye çalışan bir adamı andırıyordu kapı bu görüntüsüyle. İki elimle tutarak kendime yol açtım, kapının tam ağzında durduğu için içeri girişimi engelliyordu, üstüme düşecek gibiydi aynı zamanda. Geçebileceğim kadar araladım kapıyı ve evet işte içerideydim. İçerisi dışarıdan karanlıktı ve hiçbir hayat belirtisi yoktu, yalnız tam karşı cephede bir kapı vardı ve o kapının ağzında bir ışık belirtisi gibi bir şey vardı, ha işte dedim kendi kendime düşündüğüm gibi tinerci çocuklar ateş yakmışlar etrafında toplanmış şarap içip kendilerince alem yapıyorlardı yahut kafayı dumanlayıp birazdan çıkıp kendilerine kurbanlar arayacaklardı. Eskiden bu kadar çok değildi bu çocuklar, ne olduysa son on yılda oldu, ülkenin de çıkmaza girdiği bu son on yılda bu çocuklar da çıkmaza giren ülkem gibi çıkmazların içindeydiler, en nihayetinde ben de çıkmaz bir sokak neticesinde buradaydım. Bir şekilde ortak noktalar bulunabilirdi, böyle saçma sapan şeyler geçiyordu aklımdan. Böyle saçma sapan düşünceler beynimi kemirirken, ayaklarımın o ışığın süzüldüğü odaya doğru ilerlediğini fark ettim yine. Ağır adımlarla ilerlemeye başladım. Kapıya yaklaştıkça kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum, içimde bir tedirginlik belirmeye başlamıştı, buna rağmen kendimi frenlemeye çalışıyordum, korksam da korktuğumu belli etmemem gerekiyordu, zira korktuğumu belli edersem ve içeride düşündüğüm gibi bir manzara ile karşılaşırsam işim gerçekten zordu. Belamı bulmuştum zannedersem diye geçirmeye başladım içimden, para isteyecekler, sigara isteyecekler yok diyeceğim vermeyeceğim, onlar diretecekler ben direneceğim ve beni birazdan şişleyecekler yahut bıçaklaya da bilirler. Kafam iyice karıncalaşmaya başlamıştı. Bu düşüncelerin hükmü altında ışığın geldiği kapının eşiğine gelmiştim. Eşiğe iyice yaklaştım ve tedirgin bir edayla başımı uzatacaktım ki içeriden, “amma nazlandın gelmekte yahu” diye bir ses duyuldu. Başımı eşikten merakla uzattım ki, ortada bir teneke içinde yanan ateş, tenekenin hemen arkasında saçı sakalına karışmış, beyazlaşmış ve alnındaki, yüzündeki kırışıklardan yaşını almış gitmiş olduğu aşina bir adamla karşılaştım. Hemen arkasındaki duvara sırtını vermiş, sağ bacağını uzatmış sol bacağı katlı vaziyette sol kolunu sol dizinin üstüne uzatmış oturuyordu. Dudaklarının ucunda yarısına kadar külü duran bir sigara ilk gözüme çarpan ayrıntılardan oldu. Düşündüğüm gibi tinerci çocuklar yoktu da bu adam kimdi burada ne yapıyordu. Şarapçıdır düşüncesi aklımdan geçerken etrafta hiç şarap şişesine benzer bir şey gözükmüyordu. Çaydanlık vardı, ince belli bir çay bardağının içinde yarım çay bardağı çay vardı. Gel evlat gel diyerek oturduğu yerden doğruldu, çay var gel hem tedirginlikten hem de dışarıdaki havadan için üşümüştür şimdi senin gel bir çay içelim karşılıklı diyerek elini uzattı, istemsiz bir şekilde elimi uzattım. Sen kimsin diye soracakken, sen şimdi benim kim olduğumu burada ne halt ettiğimi falan merak etmişsindir, neyse çaylarımızı içerken konuşuruz bunları, nasılsa zamanımız uzun, sabaha daha çok var, hava henüz karardı. Çok şükür ki çayımız var, sigaramız da var, sohbet için her şeyimiz hazır evlat, hoş geldin biz de seni bekliyorduk zaten, hoş geldin…
Devam edecek...
Yorumlar
Yorum Yaz